Lebensraum Alanına Türkiye’nin Dahil Edilmesi: Gertrud Operasyonu
İkinci Dünya Savaşı Dönemi’ne Genel Bir Bakış
Yazar: Zeynep Erbaş 1
Düzenleme: Taha Berk Arslan
“Şimdi Avrupa’yı ateşe ver.’’ Winston Churchill, 1940.
Versay Antlaşması, Almanya’nın uluslararası sahada siyasi, iktisadi ve askeri güçteki söz hakkını kaybetmesine ve kümülatif bir havuzun ortaya çıkmasına neden oldu: Germen soyunu taşıyan üstün ırkın onuru ellerinden alınmıştı. Demografik anlamda Alman toplumu onur ve gurur kelimelerinin kutsaliyetine saygı duymuş ve yüklendikleri anlama göre gerek siyasi gerekse toplumsal hayatı şekillendirmişlerdi. 1920 sonrası bu aşağılanmışlık hissini coşkulu bir hiddetle yaşayan Adolf Hitler, okültizm ve antisemitizm fikirlerini bir potada eriterek Nasyonel Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) bünyesinde Nazizm ideolojisini ortaya çıkardı. Gertrud Operasyonu
Üçüncü Reich’ın etnik milliyetçi, ırkçı ve antikapitalist söylemlerini entelektüel çevre dikkate almadı. 1939 yılındaki bir demecinde söylediği “Yahudi ırkı yok edilerek savaş bitecektir.” sözünü kimse idrak etmedi ve inanmadı. “Nasyonel sosyalizm, liberalizmden Marksizm’e, popülizmden anarşizme kadar Avrupa siyasi düşüncesinin büyük sistemleri ile kıyaslandığında, mantıksal bir tutarlılığa sahipmiş gibi görünmüyordu” (Evans: 2012,24). Versay öncesi ve sonrasında Almanya’da ilişkilerde bulunduğu mültecilerden Bolşevik İhtilali’nin, Yahudi işbirliği ile gerçekleştiği ve Çarlık Rusya’nın Yahudi ihaneti sebebiyle çöktüğü hakkında bilgiler aldı. Hitler bu ve benzeri durumların Almanya içinde gerçekleşebileceği ihtimaline inanarak Sovyet Rusya karşıtı bir politik çizgi çizdi.
Alman toplumunun Yahudiler ile bir sorunu yoktu; istedikleri şey kötü olan iktisadi şartların düzeltilmesi ve hak ettiklerine inandıkları sosyal düzene sahip olmaktı. Bu duruma karşın Hitler liderliği altındaki Nasyonel Parti, hiç bozulmamış ve homojen olan yeni bir halkı bir araya getirmeyi (Volksgemeinschaft) parti programına koydu. Mükemmelliyetçi yapıda olan ve öjenik bilim ırkı ile yeni bir prototip yaratmayı amaçlayarak yapılandıracağı yaşam alanını (Lebensraum) dizayn etmek akabinde tüm bir Almanya’yı savaş toplumu (Kampfgemeinschaft) şövalyesine entegre etmek kolay olmayacaktı. Sınıflarında en iyi sayılabilecek general ve subayları ile ordusunun komuta kademesini oluşturan Hitler, Gobbels tarafınca yürütülen propaganda faaliyetleri ile Lebensraum fikrini meşrulaştırdı. Üçüncü Reich’ın Führer sempatizanlığını Kavgam adlı eserinde şu şekilde açıkladı: “Her liderin otoritesi aşağı doğru, sorumluluğu da yukarı doğrudur.”
1 Yüksek Lisans Öğrencisi. Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Fakültesi Tarih ABD. zynp.erbas53@gmail.com
“Nazizm, bir çatışma kültürü olduğu için savaş, rejimin gerçek niteliğinin ortaya çıkmasını sağlayacak en uygun ortamdı” (Noakes: 2012,86). Bu bağlamda savaş için tüm şartların oluştuğuna inanılarak 1 Eylül 1939’da Polonya işgali ile Avrupa, Asya, Afrika ve Pasifik sahalarına yayılacak bir dünya savaşını başlattı. Almanya’nın 1940 bahar ve yaz dönemlerinde girdiği Batı cephelerinde muvaffak olması, Doğu Cephesi işgali için haklı bir güç verdi. Haziran 1941 tarihinde başlayan Sovyet Rusya işgali (Operation Barbarossa) Lebensraum fikriyatı çerçevesinde değil, bir ideolojik-psikolojik harpti. Kafkasya petrolleri Almanya ve Wehrmacht’ın geleceği adına stratejik zorunluluk iken, Hitler için Stalin ve antikomünizm ile mücadele bir onur düellosuydu.
“Moskova Muharebesi’nin başlangıcı ile Altıncı Ordu’nun Stalingrad’da kuşatılıp imha edilmesi arasında geçen yılda Hitler liderlik ilkesini (Führerprinzip) sonuna kadar kullanmıştı” (Keegan: 2016,470). Sovyet topraklarının yüzölçümünün büyüklüğü, mevsim koşulları, zayıf lojistik destek, komuta kademedeki ikili yapı ve bizzat Hitler’in Stalin’e peşkeş çekmesi Doğu cephesindeki durumu hezeyana dönüştürdü. Hart’a göre Doğu cephesinin kaybını kesinleştiren nokta, Budapeşte’ye bir harekat emrinin verilmesiydi (Hart: 2018,813). İkiden fazla cephede aynı anda konvansiyonel harbi taşımak zor bir durumdu ve bunu Wehrmacht’ın generalleri son derece ağır bir şekilde hissediyordu. Sovyet Rusya yenilgisine istinaden diğer bir cephe olan Sicilya ve Kuzey Afrika cephelerinden gelen mağlubiyet haberleri, ham madde ihtiyacının karşılanamamasından doğan seri üretimin durma noktasına gelmesi ve subay sınıfı içerisinde cereyan etmeye başlayan çatışmalar Hitler ve generallerini çekilmeye zorunlu kıldı.
1940’ların ortalarında dünya portresi böyle iken Türkiye Cumhuriyeti İkinci Dünya Savaşı’nda yer almadı. Uluslararası kamuoyunun minvali üzerine jeopolitik durumu sebebi ile önem arz eden Türkiye, harp sahasına dahil edilmesi ve dahil edilmemesi üzerine ironik bir durum vardı. Almanya, petrol sorunu sebebiyle Ortadoğu’da da mevcut olmak istedi ve Türkiye havzasının bunun için elverişli imkan sağladığını düşünmekteydi. Bunun yanı sıra Türkiye ile krom ve bakır ticareti içinde bulunmaktaydı. Sovyet Rusya ise Moskova Muharebesi sonrası kendi durumuna istinaden Türkiye’yi daha güçlü gördü. Bu nedenle Boğazlar Meselesi’ni yeniden gündeme taşıyarak Akdeniz’e ulaşma ve Karadeniz’de bir üsse sahip olmak istekleri kendini güney kolundan emniyete almasına kafiydi.
Binaenaleyh, Mihver Devletler için İnönü stratejik bir dosttu. Müttefik Devletler ise aynı görüşte değildi. Batı cephesi kendi kendisini idame etmekte zorlanırken yeni ve güçsüz bir cephenin açılması, sırtta yeni bir kambur olması anlamına geliyordu. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve kabinesi, ülkesinin iktisadi ehemmiyetinin farkında olarak vakur bir duruş sergilemek zorunda idi. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), yeni bir savaşı icra edecek potansiyel ve iş gücüne sahip olmamasının yanı sıra lojistik yatırım yapacak tabandan eksikti. Milletlerarası kaosa karşı oportünist bir duruştan ziyade realist yaklaşımla ulus faydacılığını esas aldı. Diplomasi bilimini en iyi şekilde icra ederek Türkiye’nin istikbal ve hürriyetinin muhafaza edilmesi, şüphesiz diplomasi tarihinde ender başarılı örnekler arasında yerini aldı.
Almanya’nın Ankara Hakkındaki Düşüncesi: Gertrud Operasyonu
25 Temmuz 1945 günü Dr.Nerin Gün ismine ait Gazette de Laussanne yayınlanan bir makale, Türkiye konusunda Hitler’in çekimser davranmadığını bilakis, Barbarossa Harekatı’na müteakip, Türkiye’yi işgal planı yapıldığını ortaya çıkardı. Nerin Gün, 1916 yılında annesi Türk, babası İtalyan olan bir ailede Roma’da dünyaya geldi. Üniversite eğitimi sırasında gazeteciliğe başladı. Hitler’in toplumsal ve askeri faaliyetleri neticesinde muhalif bir tavır sergiledi. İkinci Dünya Savaşı döneminde antinasyonel çizgide yazılar kaleme alarak Hitler’i eleştirdi. İnönü’ye bir mektup yazılarak Gün’ün Türkiye’ye iadesi istenildiyse de Macaristan işgali sırasında Dachau kampına gönderildi. Kamptaki kısa varlığından sonra yani 29 Nisan 1945 günü Amerikan Silahlı Kuvvetleri Dachau’ya operasyon düzenlemesi ile kamptaki esirlerle birlikte serbest kaldı (Bali, 2015:51). Toplama kampından çıktıktan sonra Paris’e yerleşerek gazeteci kimliği ile Türkiye hakkında makale ve yazılar yazdı. Zekeriya Sertel’in sahibi olduğu Tan Gazetesi, Nerin Gün’ün “Şark Yıldızı” adlı yazısını 28, 29 ve 30 Eylül 1945 tarihlerinde orijinal dile sadık şekilde tercüme ederek yayınladı. Tan Gazetesi’nin yayınladığı bu haber ile Türkiye ilk defa Almanya’nın işgal planı ile tanıştı.
Nerin Gün belge ve vesikalara nasıl ulaştığını şu şekilde anlatmıştır: “ (…) Fakat ben Dachau’a gelmeden evvel, bütün bu vesikalar yandığı için, bunları elde etmek mümkün olmadı. Buna mukabil “Şark Yıldızı” adı verilen planı elde etmeye muvaffak oldum. Bu plan Türkiye’nin istilasına aittir. Muhtelif lisanlar bildiğim için SS Teşkilatı’nda katip olarak çalıştım. Sonra da siyasi daireye geçirildi (…) Kağıt kıtlığı olduğu için eski dosyalardan istifade ediyorduk. Bir gün büyük bir tesadüf, bu dosyaların birinde (Orientstern) harekatına iştirak edecek birliklere ait bir nota rast geldim. Sonra elime Ankara şehrinin planı, sıcak memleketlere mahsus giyim eşya listesi vs. geçti ” (a.g.e. 53).
Gün, bu tarihten sonra bahsi geçen konunun üzerine giderek kampta bulunan ve iletişimde olduğu tanıdıklarından bilgi almaya başladı. Konumunu kullanarak şefleri ile olan sohbetlerinde Türkiye ve Ankara meselelerini açtı. Tahmin ettiği üzere, bulduğu belge ve vesikalar sahih bilgilerden oluşuyordu. Hitler’in Bulgaristan işgali sırasında, İnönü’ye gönderdiği iyi niyet mektubu bu anlamda geçerlilik ve samimiyetini yitirmişti. Hitler’den SD’lere gelen malumata bakıldığında 1942 Ağustos’unu göstermektedir. Yaygın ve kabul görülen görüş, olası bir harekat Türkiye ve devlet adamlarının tutumlarına bağlıydı. Arzu edilen fikir, sulh yolu ile Türkiye içerisinde bir Alman hükümeti kurmaktı (Fransa Vichy örneği gibi). Bu hususta; “Bulgaristan’ın işgaline tesadüf eden 1941 Şubatından Ruslara tecavüz vaki oluncaya kadar geçen zaman içerisinde (…) Fakat 1942’de yalnız Alman dostu bir Türk Hükümeti kurmak isteniyordu. Sonra Türk ordusuyla anlaşarak Türkiye’nin stratejik işgal prensibinin kabul ettirilmesi düşünülüyordu” (a.g.e. 54).
Türkiye işgalinin fikri boyutu bu şekilde idi. Barbarossa Harekatı veya El Alameyn öncesi bir harekat düzenlenecek ve Almanya yanlısı bir hükümet kurulacaktı. Almanya’nın bu fikirde destek alması, Türkiye içerisinde bulunan bazı muhalif mecmuaların köşe yazılarına da dayanıyordu. Velhasıl, planın fikri boyutunun yanında teknik boyutu da vardı: “SD teşkilatına Genelkurmay tarafından bastırılmış ve galip bir ihtimale göre 1940’ta Türkiye tarafından yaptırılan kopya edilmiş mufassal Türkiye haritaları verilmişti. Yalnız Eskişehir ve civarındaki tayyare meydanlarının haritaları bir casus tarafından eller yapılmıştı. SD mensupları tüccar, sanayici veya gazeteci sıfatıyla gizli bir surette Türkiye’ye gireceklerdir. Bunlar Ankara’da İstanbul Palas Oteli’ne gidecek veya eski Avusturya sefareti binasında yerleşeceklerdi. İstanbul’da da Tokatlıyan ve Bristol Oteli ile Türkiye’deki Nazi Almanların parti merkezi olan Totonya’da yerleşeceklerdi. Alman radyosu kısa dalgadan hususi bir emisyonla sabah saat 11.00’de harekata başlama emrini verecekti” (a.g.e. 54).
Türkiye sahası bünyesinde yeni kurulacak olan hükümete Ouisling adı verildi. Operasyonun ilk adımı, mevcut hükümeti bürokratik ve askeri açıdan baskı altına alarak karar mekanizmasında kaos yaratmak niyetiydi. Malumatfuruşluk içerisinde görev başından azledilen erkan saf dışı bırakılarak, yüksek kademeli ordu personeli ile iletişime geçilecek ve İnönü’nün onayı alınacaktı. Misyon şefi olarak anılan Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Von Papen, mevcut planın karar merciindeydi. Görünürdeki bu sert üsluba, yumuşak birer vaadler de bulunmuştu: Türkiye’nin bağımsız ve özgürlüğüne dokunulmayacağı, tarafsızlık politikasına saygı duyulacağı, Türk halkının can ve mal güvenliğinin korunacağı, sadece Ortadoğu’daki rezervler için birkaç haftalık geçiş yolu olarak kullanılacağı gibi malumatlar Türk hükümetine söylenmesi üzerine karar verildi.
Operasyon günü hakkında bilgi sahibi olan Gün’e göre, radyo yayını frekansı ile sabah saat 11.00 sularında emir yayınlanarak önce Ankara’daki politikacı ve diplomatlar gözaltına alınarak Sofya’ya götürülecek ardından İstanbul’da bulunan politikacı ve diplomatlar da zor kullanılarak görevlerinden uzaklaştırılacaktı (a.g.e. 55). Mevcut iletişim kanallarının kesilmesi ve çevresinde görevli olan devlet adamlarının saf dışı bırakılarak İnönü’nün yalnız kalması hedeflenerek, işgalin kabul edildiği yönünde bildiri yayınlaması ile operasyon sonlandırılacaktı.
Belgelerde yer alan bilgiler yalnızca tutuklanma kararı verilen kişi isimlerinden oluşmamıştı. Toplamda beş gruba ayrılan harekat yönetmeliği incelendiğinde, asayiş ve silahlı birliklerin tasnifi; bazı önemli devlet yetkililerin tutuklanması göze çarpmaktadır. Cumhurbaşkanı İnönü baştan olmak üzere bürokratik kişileri ve rütbeli paşaların bertaraf edilmesi kararlaştırılan listede, Fevzi Çakmak’ın ismi geçmemişti (a.g.e. 55). Bu hariciliğin neden veyahut nedenlerini, bahsi geçecek olan bir Rus kaynağı incelenerek bir nebze anlamlandırma kabilene sahip olunabilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına saygı duyulmasına takriben ordunun terhis edilmesi Sevr Antlaşması’nı hatırlatmakta olup, Versay Antlaşması’nda karşı karşıya kaldığı maddeyi Türkiye’ye dayatması psikolojik bir çelişkiydi. Toplama kamplarından birinde yaşamış olan canlı görgü tanığı Nerin Gün, yaşanılan hadisenin birinci derece kaynağını oluştururken, aynı zamanda toplumsal tarih açısından mühim bir değer taşımaktadır. Böylesine önemli bir malumatın kampta görevli olarak çalışan esirin eline ulaşması 1945 tarihine tekabül etmektedir. Buradan anlaşıldığı üzere, Türkiye’nin olası işgal planı söylenildiği gibi Stalingrad Muharebesi sonrası ve Feldmareşal Rommel’ın zırhlı kuvvetlerinin başarısız olması üzerine fes edilmişti.
Almanya’nın Türkiye’ye dair işgal planına ait diğer bir kaynak Militargeographische Angaban über die Europaische Türkei. adlı eser olup, henüz Türkçe’ye tercüme edilmediği için üzerinde hacimli bir inceleme yapılmadı; ancak Gertrud Operasyonu hakkında detaylı ve doğru bilgilere ulaşılacağı tahmin edilmektedir.
Bir başka kaynak, Sputnik Haber Ajansı muhabiri olan Fuad SAFAROV’un 2017’de yazdığı köşe yazısında; Sovyet İstihbarat Kurumu’ndan emekli albay ve dış istihbarat yazarı İgor DAMASKİN’in “Stalin ve İstihbarat” adlı eserinde Hitler ve Mussolini ikilisi arasında geçen Türkiye hakkındaki konuşmalara yer verdiğini ifade ederek olası bir askeri planın varlığına işaret etmiştir.
Yukarıda da belirtildiği gibi Hitler NSDAP’ın lideri olduktan sonra, nasıl ki diğer milletler için ayrıntılı program yapıldıysa, Türkiye içinde bir plan yapılmıştı. Bu hususta bir diğer önemli kaynak mahiyeti taşıyan Yarbay Max Braun’un KGB sorgusunda verdiği bilgiler, iddaları doğrulamakta yardımcı olacaktır.
Rusya’da 2009 yılında yayınlanan “ГЕНЕРАЛЫ И ОФИЦЕРЫ ВЕРМАХТА РАССКАЗЫВАЮТ… 1944-1951” (Wehrmacht’ın General ve Subayları Anlatıyor… Belgeler 1944-1951) adlı kitap, KGB görevlileri tarafından sorgulanan Nazi subaylarının sorgu sırasında anlattıklarına yer verilerek hazırlandı. Söz gelimi bu subaylar arasında Türkiye için bilgi veren yetkili, Yarbay Max Braun’du. Braun, 1934 yılı itibariyle Türkiye’ye gelerek Almanya Ankara Elçiliği Askeri Ateşe yardımcılığı makamında Türkiye’de bulundu. Harp Akademisi’nde Zırhlı Birlikler başta olmak üzere motorlu taşıtlar ve havacılık sınıflarında eğitim ile sorumlu öğretmenlik görevleri yaptı. Her ne kadar Çakmak Paşa ile casusluk yapılmayacağı konusunda anlaştığını ifade etse de asli görevine devam etti. Ateşe
yardımcılığı döneminde görevi Almanya’daki genel merkeze Türkiye ile ilgili siyasi, iktisadi, coğrafi, jeoloji, kültür-sanat olmak üzere birçok başlıkta bilgi toplamaktı.
Braun etkinlik yıllarını şu şekilde bahsetmektedir: “Eylül 1934 yılından Mart 1940 yılına kadar Türkiye’de Askeri Akademisi’nde öğretmen olarak görev yaptım. İstanbul’da kısa bir dönem çalışarak Ankara’ya geldim. Türk ordusu ile ile ilgili ele geçirilen belgelerin bir kısmı bu döneme aittir.” (Макаров, Христофоров: 2009, 182). Karadeniz ve Trakya’ya ait bilgilerin Türkiye seyahati sırasında öğrendiğini söyleyen Braun, Trakya’daki zırhlı birliklerin ahvalini kişisel tecrübe ve gözlerinin sonucunda analiz ederek Herman’a aktardı. Türkiye’deki görevi konusunda, ülkeye giriş için Mareşal Bloomberg, General Fritch ve General Halder gibi isimlerin yardımcı olduğu görülmektedir.
Görev süresi boyunca askeri akademide, zırhlı ve motorlu birliklerin teknik dersleri yanı sıra stratejik ve taktik derslerini yöneterek, toplamda haftada 20 saat akademi içerisinde vakit geçirdi. Bu süre zarfında sadece ders işlemeyerek bireysel taktik görevler icra etmiş, mezun öğrenciler ile vakit geçirmiş, Türkiye’nin farklı bölgelerinde ve dağlık alanlarında tatbikat yaptı. Bu görevlerinin bir amacı da, çeşitli bölgelerin toprak yapısı, yüz ölçüm ve rakım bilgisi, tarımsal özellikleri gibi bilgileri edinmek olduğu aşikardır.
Türkiye’nin işgal planı hakkında şu bilgileri aktarmıştır: “Alman ordusu genel merkezi tarafından geliştirilen bu planda, Irak ve İran’ın petrol alanları alınacak ve gerekirse Hindistan’a kadar yayılma gücü devam edecekti. Hitler’in Irak ve İran petrollerine ulaşma konusunda engel teşkil eden Türkiye, şayet Sovyet Rusya tarafında konuşursa Türkiye işgal edilecekti. Bulgaristan sınırına mevzilenen 6 Alman tank tugayı ve 200 hava kuvvetleri bekliyordu” (a.g.e. 185). Burada bir parantez açmak faydalı olacaktır. Nerin Gün’ün anlatıları ve Braun’un sorgusunda bahsettiği Türkiye planını yan yana getirildiği vakit, Türkiye ve Sovyet Rusya’sının işgal planı şekillenmekte ve tutarlı olmaktadır. Yeni kurulacak olan Alman Ouisling Hükümeti ile Sovyet Rusya’ya güney kanadından bir saldırı gerçekleştirilecek ve iki kanattan sıkıştırılacaktır. Lakin bu konuda Braun merkez ile aynı görüşte değildi. Almanya’ya gönderdiği tavsiye mektuplarında, Türkiye’nin toprak yapısı ve yüzey şekilleri nedeniyle zırhlı birlikler için elverişli olmadığı, bunun yanı sıra Nazi askerlerinin beslenme, barınma ve giyim gibi ihtiyaçlarının karşılanmasındaki zorlukları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nin Batı’ya nazaran endüstri gelişimini sağlayamadığı için tümenlerin yaşayacağı teknik sorunlarını dile getirmiş ve planı yeniden gözden geçirmelerini istemişti. “ (…) Kişisel görüşüm, Trakya üzerinden tanklar ve piyade olacak şekilde saldırı olması şeklinde. Güney yönünden yani Gelibolu tarafından bir darbe indirmek gerekecekti ki iki ya da üç tank bölüğü yeterli olacaktı. Türk birlikleri çok azdı” (a.g.e. 188).
Sorguda bahsettiği diğer konulardan biri de yeni Cumhuriyet’in askeri akademi yapısı idi. “Türk piyadeleri cesur, iddiasız ve dayanıklıdır. Saldırıda savunmadan daha iyidir. Eğer eski kıdemli biri ileriye doğru koşarsa, askerler sadece onun için koşar. Ancak gelecek için çok şüpheliyim. Türk piyadelerinin modern bir savaşta kazanan taraf yerine kaybedeceği taraf olacağı konusunda şüphelerim var, bu konuda Türk askerinin ve subayının yeterli bilgisi ve insiyatifi yok. Resmi eğitime (sınıf eğitimi) çok önem veriliyor ancak kışlalarda savaş
eğitimine (tatbikat) çok az yer veriliyordu. Türk ordusunda gece tatbikatı ise çok nadir olan bir durum çünkü personel bunun için çok tembeldi. Ancak Türk ordusunun asıl dezavantajı, askeri silahlardan yoksunluğuydu. Piyadelerin büyük çoğunluğu tatbikat ve egzersize çıkmıyordu; yılda üç kez topçu sınıfı ile manevra eğitimine çıkılıyordu” (a.g.e. 201).
Motorlu araçlar için edindiği izlenimler ise çarpıcıdır: “ (…) Türklerin makine bakımı için ne yeteneği vardı ne de araçları vardı. Örneğin, bugün yurtdışından 20 tank isteseler üç ay sonra 18 tank olacak, üç ay sonra 15 tank, üç ay sonra sadece 12 tank savaşabilir durumda olacaktır. Motor bozuldu, silah çıkarıldı, radyo çalışmıyor diyerek bırakabilirlerdi. Bu konu eğitimli uzman eksikliği ile ilgilidir. Sık sık komando eğitimi ve ihtiyacı için öneri sundum ancak reddedildi. Fahrettin Altay bana dürüstçe “henüz gerçek tank komutanlarının olmadığını ve hala askerlerinin eğitilmesi gerektiğini” söyledi” (a.g.e. 204).
Braun 20 Ocak 1947 tarihine ait sorgusunda, görev süresi boyunca elde ettiği her konudaki detayı titizlikle genel merkeze aktarmıştı. Fevzi Çakmak’ın Sovyet Rusya’dan ve bu nedenle savaşma taraftarı olmadığını aktardı. Öte yandan Braun, Çakmak Paşa hakkında olumlu güzellemelerde bulunuyordu. Duruşunu ve ön görülerini beğenerek dinlemiş, diğerlerine nazaran saygısını en çok kazananlardan biri olmuştu. Aralarındaki yakın ilişkiden müteakip, Almanya’nın olası işgali durumunda esir alınacak ordu mensupları listesinde bulunmaması, Braun sebebiyle hariç tutulduğu ihtimali akıllara gelmekle birlikte, hem açıklamaya mahkum hem de ucu açık bir konudur.
Nerin Gün’ün bahsetmiş olduğu belge, harita, şehir bilgileri, arazi tayin ve özelliklerini, merkez grubuna kim tarafından ve ne şekilde sağlandığı belgelerin karşılaştırılması ile paralellik göstermiştir. Muhtemeldir ki, Gertrud Operasyonu’nun teknik bilgilerini sağlama ve Almanya’ya gönderilmesi konusunda yetkili kişi Yarbay Max Braun’du. Gün ve Braun’un ifade ettiği üzere işgal planı, hem İnönü hükümetinin diplomatik ilişkilerine hem de Stalingrad Muharebesi’nin gidişatına bağlı idi. Ribbentrop ve Papen Stalingrad Muharebesi yenilgisi sonrası, Hitler üzerinde Türkiye ve Ortadoğu hususunda planın geri çekilmesi konusunda baskı yapmış ve o tarihten sonra Türkiye’nin tarafsızlığı ve ticari işbirliğinin devamlılığı için çalışılmıştı. Türkiye, Almanya’nın yanında değilse karşısında da olmamalıydı.
KAYNAKÇA
BALİ, N.R. (2015). “Nazi Almanyası’nın Türkiye’ de Yandaş Hükümet Kurma Planı: Orient Stern ( Şark Yıldızı) Harekatı”. Toplumsal Tarih Dergisi, 262:51-54.
EVANS, R.J. (2012). Hitler Almanyası. (Ed. Jane Caplan), Nazi İdeolojisinin Ortaya Çıkısı (s.24-43). İstanbul. İnkılap.
HART, B.L. (2018). İkinci Dünya Savaşı Tarihi.( çev.Kerim Bağrıaçık).İstanbul. Türkiye İş Bankası
KEEGAN, J. (2016). İkinci Dünya Savaşı. (çev.Samet Öksüz).İstanbul.Say.
МАКАРОВ. В.Г. ve ХРИСТОФОРОВ. В.С. (2009). Генералы И Офицеры Вермахта Расскаэывают 1944-1951. Москва, Международный Фонд Демократия
NAOKES, J. (2012). Hitler Almanyası. (Ed. Jane Caplan). Hitler ve Nazi Devleti:Liderlik, Hiyerarşi ve İktidar (s.67-90).İstanbul. İnkılap.
SAFAROV, F. (2017, Mart 6).Ankara Moskova’ya Müttefik Olursa Türkiye’yi İşgal Edip Size Veririz. Sputnik. https://tr.sputniknews.com/yasam/201703061027514639-hitler- mussolini-ankara-moskova-turkiye-kirim/
Yorum gönder