KUSURSUZ YARADILIŞ VE ENTROPİ
Evrende ya da en basitinden hayatımızın birçok alanında her şeyin bir düzen, ölçü, uyum içinde işlediğini düşünürüz. ”Mükemmel” işleyen fizik yasalarını ,bir tesbihin taneleri gibi dizilmiş ve birbiriyle uyum içinde dönüp duran gezegenleri, her gün doğan ve batan güneşi, ”kusursuz” işleyen vücut anatomimizi gördükçe tüm bu düzenin adeta biz insanların mutlu olması, gündelik hayatlarını devam ettirmesi için kurulduğunda karar kılarız ve aslında böylece bizzat fiziğe, doğaya ve olgusallığa haksızlık yapmış oluruz.
Peki vücudumuz, organik yapımız, canlılık faaliyetlerinin işleyişi, kainatın fenomenleri gerçekten bu derece mükemmel mi ? Bu sorunun cevabını aradığımız yolda doğru cevaba ulaşabilmek için öncelikle tutunduğumuz bu bencil tavrı bir kenara bırakıp tümevarım değil birazcık da tümdengelim metodunu kullansak ve pragmatik çerçeveden kurtulup bize lazım olanı değil de “olmamız için olması gerekenleri” bulmanın, mutlak tözü ve fenomeni elde etmenin arayışına girsek hiç de fena olmaz sanırım. Yola “insan” ya da “ben” odaklı çıkarsak zaten en başından sorduğumuz soru ile ters düşüyoruz.
Aslında gündelik yaşamda göz ardı ettiğimiz bu kaotik düzen içerisinde, nefes aldığımız, beslenebildiğimiz için ya da güneşin tam vaktinde doğup günlük işlerimizi yapmamıza imkan tanıdığı için kendimizi şanslı hissediyoruz. Bir sabah vakti uyandığımızda güneşin doğmamış olabilme ihtimalini hiçbir zaman düşünmüyoruz. Sonuçta o bizim için var olmadı öyle değil mi ? Ya da biz hayatımızı devam ettirebilelim diye de doğmuyor. Aksine güneş doğduğu için biz hayatımızı idame ettiriyoruz.
Oysa duruma tersinden bakınca tüm dengeler alt üst oluyor…
Peki ya tüm bu düzen bizim için yaratılmamışsa da biz binlerce yıllık varlık sürecimizde doğanın ve fiziğin o değişmez yasalarına boyun eğip, yaşam oyununu onun kurallarına göre oynayıp bu günlere kadar gelebilmişsek ?Kısacası olmamız için şartlar elvermiş değil de şartlar elverdiği için olmuşsak ?
Peki ya kusursuz yaradılış?..
Her şeyin tam da olması gerektiği gibi “hatasız” olduğunu nerden biliyoruz ?Ya da bunu bilebilir miyiz ? Asıl soru bu…
Eğer evrende ya da yakınlarda bir yerlerde örneğin kendi canlılık faaliyetlerimizde bir kusursuzluk arıyorsak önce kusurun ya da hatanın ne olduğu bilgisine ulaşmamız gerekiyor. Sonuçta doğuştan engelli bir çocuğun kusursuz olmadığı bilgisine “sağlıklı insan” formunu görmeden, onun fenomenini kavramadan ulaşamayız ki bunu zaten kavramış durumdayız. Tüm insanlar doğuştan bir kolu, bacağı, gözü eksik doğsaydı yine bu durumun olması gereken en iyi form olduğuna kendimizi bir şekilde inandıracaktık.5 duyu organımız var diye evrende 5 duyusal fenomen vardır önermesine ulaşamayız. Belki de doğa ve geçirdiğimiz evrimsel süreç bizi bunlarla yeterli kıldı ve daha fazlasını aramadık. Yani “güzel” kavramı olmasaydı “kötü” kavramının tözüne asla erişemezdik bunu anlatmaya çalışıyorum.”Kusursuz”u bulma konusunda ya da birçoğumuzun yaptığı gibi bir düzene, işleyişe “kusursuz” niteliğini yüklemek için analojik gözlem ve düşünme faaliyeti yürütmemiz şart. Yani herhangi bir kıyaslama yapmadan neye güzel ya da neye çirkin diyebiliriz ?
Nihayet evrenin ve yaşadığımız gezegenin nizamının mükemmel olduğu bilgisine ulaşmak, ona “hatasız” sıfatını yükleyebilmemiz için başka bir evrenle kıyaslama yapmamız gerekir ki benim bildiğim kadarıyla çoklu evrenler teorisi henüz ispatlanamadı…
Bize lütuflarda, nimetlerde bulunduğu, bize ihsankar davrandığı için evren ya da fizik yasaları gerçekten mükemmel mi? Kendimizi bu kadar özel hissetmeyi ve her şeyin merkezine konulmayı hak ediyor muyuz ? Biyolojik hatalardan, doğal seçilim yoluyla tabiata karşı verdiğimiz savaşta feragat ettiğimiz belki de binlerce fonksiyonumuzdan geriye kalanlardan oluşmadığımızı nerden biliyoruz ?
Kısaca değineceğim bir diğer konu ise “kusursuz” olarak nitelediğimiz evrenin “kusursuz” ve “nizamlı, ölçülü” niteliğini korumadığı ,bilakis saniyeden saniyeye rayından çıktığı gerçeği.
Her gün yeni binalar, siteler, yeni yerleşim yerleri kuruluyor, gökdelenler inşa ediliyor. Yaşam alanlarımızı genişletmek saikiyle doğayı tahrip edip her düzeni yeni bir düzene sokuyoruz ve devamlı yeni bir düzen yaratıyoruz. Aslında bunları yaparken tüm düzeni bozuyor,”entropi”yi arttırıyoruz. Yani düzensizliği…
Aslında bizim zahmet etmemize gerek kalmadan kainat bizim zamanımızla paralel olarak sürekli genişliyor, kara enerji uzay cisimlerini birbirinden uzaklaştırıyor ve siz bu yazıyı okurken bile 13.5 miyar yıl önce küçücük bir nokta iken saniyeden milyarlarca kat küçük bir zaman diliminde saçılarak genişlemeye başlayan evrenin entropisi artmaya devam ediyor. O halde nokta formundayken entropi 0 idi. Yani aradığımız ya da gördüğümüz birçok işleyişe yüklediğimiz “kusursuzluk” sıfatını 13.5 milyar yıl önce kaybetmeye başladık.
Keza sandığımızın aksine galaksimizin düzeni aynı şekilde devam etmiyor , biz yaşadığımız gezegende düzen kurduğumuzu düşündükçe yaşadığımız evren gittikçe düzensizleşiyor. Her şeyi yoluna koymaya çalışıyoruz ama aslında her şey sonsuz bir kaosa sürükleniyor…
Yorum gönder