×

İran’da Meşrutiyet

İran modernleşmesi ve Meşrutiyet Hareketi fikri ilk defa 19. yy.da İran’ın içine düştüğü siyasi ve ekonomik zayıflıktan kurtulma çabası olarak ilk defa ortaya çıkmıştır. 1906 yılında başlarında din adamlarının ve ülke aydınlarının öncülük ettiği meşrutiyet hareketi 1906 yılında ilk defa milli bir meclisin ve meşrutiyet hükümetinin kurulmasıyla sonuçlanmıştır.
 
Bu meşrutiyet hareketi İran’ın içinde yaşadığı en önemli batılı harekettir. İran git gide zayıflarken bazı çözüm arayışları içine girmiştir, meşrutiyet ise bu arayışların çözümleri arasında en kıymetlisidir.
 
İran Meşrutiyet Hareketi,  Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde gelişen Tanzimat ve Meşrutiyet hareketlerinin etkisi altında kalmıştır.
 
Buna kanıt olarak şu güzel meseleyi sunabiliriz;
Dünya’da meşrutiyet kelimesi ilk defa Osmanlı’da kanuna dayalı hükümet anlamında kullanılmıştır ve daha sonraları diğer İslam ülkeleri (İran’da dahil) bu kelimeyi kanuna dayalı, belli kural ve kanunlar etrafında birtakım Şahısların keyfi yetki kullanımlarından uzak hükümet tarzı olarak ortaya atılan düşünceleri kapsayan kavram olarak kullanmıştır. İran’a meşrutiyet kelimesi bu tanıma yakın anlamıyla ilk olarak Osmanlı’da İran elçisi olarak görev yapan Mirza Hüseyin Han  tarafından kaleme alınan raporlarla girmiştir. Bu şahıs raporlarında meşrutiyet kelimesini kullanırken aslında anlatmak istediği devlet işlerine halkın veya toplumdan bazı sınıfların katılımıdır. Yani millet meclisi…
Bu kanıt ile İran Meşrutiyet akımının Osmanlı Devleti tarafından kaynaklandığını söyleyebiliriz. (1)
 
Osmanlı İmparatorluğu kendini geri kalmış sayarak Avrupa’da daimi elçilikler açmış ve Avrupa’yı takip etmeye çalışmıştır. Ve buna bağlı olarak kendi içinde bir takım değişikliklere gitmeye başlamıştır ve bu yapılan değişiklikler yani yenilikler bazı kesim tarafından hiç hoş karşılanmadığı gibi ‘’gavur adetleri’’ olarak nitelenmiştir. Kendimizi şanslı sayabiliriz çünkü beterin beteri vardır ve buna İran’ı örnek verebiliriz . Biz kendimize örnek alırken Avrupa’yı seçmiştik ve yeniliklerimizi onlara göre yapmaya başlamıştık ama İran’ın Avrupası Osmanlı Devleti’dir.
 
Bu dönemde Tahran’da  Osmanlı Sefiri olarak bulunan Şemseddin Bey’in tesbitIeri özetle aktarmaya çalıştığımız döneme ilişkin önemli ayrıntılar ve Osmanlı’ya benzeme çabalarını içermektedir. (2)
 
Osmanlı Sefiri Şemseddin Bey’in, Tahran’da 1905-1906’da sıcak olaylar yaşanırken, bizzat tüm gelişmelere tanık olduğu, hatta bu gelişmeler esnasında İran Şahı ile görüşmeler yaptığı, diğer ülke sefirleri ile de konu hakkında görüşmelerde bulunduğu görülmektedir. Bu bağlamda İran’da yaşanmış bu meşrutiyet tecrübesinin gelişmelerini, orada bulunan, Osmanlı Devleti’nin en yüksek temsilcisi konumundaki diplomatının görüş açısı önemlidir. Zira bu konuda onun lafları örnek alınacaktır.
 
Bu gelişmeler sırasında Osmanlı Devleti’nin rolünü de göz ardı etmemek gerekir. Osmanlı’nın 1876’da Kanun-ı Esasiyi ilan etmesi, bu uğurda verilen mücadeleler, Abdülhamit’in tutumu, onun önce meşrutiyete sadık kalması, ardından baltalaması gibi gelişmeler İranlılar üzerinde çok büyük etki yapmıştır. 1876′ da Osmanlı Devletinde oluşturulan meşruti yönetim her ne kadar istenilen başarıya ulaşılamadıysa da, İranlı aydınlar açısından oldukça önemlidir.  1876 Osmanlı Anayasası ile 1906 İran Kanun-ı Esasisi’nin bir çok benzer noktası vardır. 1876 Osmanlı Anayasası, 1906 İran Anayasası’nı etkilemiştir (3)
 

İran’da Meşrutiyet Kıvılcımları;

 
AFMSBDIVH248 İran’da Meşrutiyet Tarih
 
Nasıreddin Şahın öldürülmesinden sonra oğlu Muzafereddin Şah 1896 ‘da tahta çıkmıştı. Babası tahtta iken, Tebriz’de ikamet eden Muzafereddin , tahta çıktıktan sonra kişilik olarak iyi bir insan olmasına karşın, İran halkına çok yararlı olamamıştır. Zayıf bir iradeye sahipti. Muzafereddin Şah’da, aynı babası gibi lüzumsuz yere dış seyahatler yapıyor, sarayda son derece savurgan ve şaşalı bir yaşam sürdürüyordu. bu durumda da dışarıdan borç para alınmak zorunda kalınıyordu. İran ekonomik bakımdan tamamen iflasın eşiğine gelmişti.
 
İran Şah’ı bu konuda bir Abdülhamit olamamıştı zira Sultan Abdülhamit başta saray masraflarını kıstırmıştı. Şehzadelerin ve Sultanların maaşlarını yarıya düşürerek, tedbirlere başlamıştı.
 
İran’daki bu mali darboğaz, Muzafereddin Şahın müsrifliği yanında, aslında Nasıreddin Şah zamanından beri devam ediyordu. Bu Şah döneminde Avrupa usulü bir gümrük idaresi kurulmuştu. Noz isimli bir BelçikaIı’nın başkanlığında bir heyet görevlendirilerek İran’a gelmişti. 1900 yılında ise hazine tamamen boşalmıştı. (3)
 
Bu dönemde Muzafereddin Şah tedavi için Avrupa’ya gidecekti. Tedavi masrafları için 1901 ‘de Rusya’dan borç alındı. Bu paranın karşılığı olarak da İran’ın kuzey kısmı gümrük işletmelerinin idaresi bu devlete bırakıldı.  Borç para ile Avrupa seyahatine başlayan Şah, Fransa, İngiltere, Rusya, Osmanlı Devleti gibi memleketleri gezdikten sonra Tahran’a döndü Borç alınan paralar harcanmıştı. Halk arasında ise, 1903-1905 yılları arasında hürriyet fikirleri iyice şiddetleniyordu. Ülke çok sıkı bir istibdad rejimi ile idare ediliyor ve adaletsiz birçok uygulamalar yapılıyordu.
 
Hükümete karşı ilk isyan 1905 senesinde bu haksızlıklar sorumsuzca yapılan hareketler, adaletsizlikler ve kötü yönetim neticesinde Tahran’da patlak verdi. Bu isyan Tahran’dan başka diğer kentlere de yayıldı. İsyanları bastırmaya hükümet muvaffak olamıyordu.
Ulemanın baskıları ve halkı da direnmesi neticesinde Muzafereddin Şah, daha fazla dayanamayarak Kanun-ı Esasinin ilanına izin vermiştir. Muzafereddin Şah sonunda 5 Ağustos 1906′ da Meşrutiyeti ilan ederek, Meclisin kurulmasına, Anayasanın yazılması için emir vermiştir.
 
Fakat Tahran’daki karışık durum hala devam etmektedir. Her kafadan bir ses çıkmakta, halk bu yaptıklarının başarı kazanmasından cesaretle, her gün bir talepte bulunmaktadırlar..
Şemseddin Bey, bu dönemde İran’ ın karmakarışık bir durumda olduğunu belirterek şöyle diyor: ” Yeni oluşturulmaya başlayan Meclis çok kötü bir durumdaydı. Eşraf da Meclis taraftarlarının yanında yer almıştı. Ben de Osmanlı Devleti ‘nin o zaman Tahran ‘daki Büyükelçi sıfatıyla bulunan bir kişi olarak, Sahın nezdinde teşebbüste bulundum. Eşrafın da ihtilalciler tarafında yer almasından dolayı onlara ceza verecek olan Şaha etki ederek bundan onu vazgeçirdim. Hatta İran Meclisine konu ile ilgili olarak yazmış olduğum bir mektup da “Habl-ı Metin” gazetesinde yayınlanmıştır. Tahran ‘da bulunduğum bu esnada İran Şahı bütün kuvvetleri tedarik ederek halktan tepki topluyor ve bu karmakarışık durumun devamına sebebiyet veriyordu,, diyerek Şahın olaylar karşısında soğukkanlı olmadığını, panik içerisinde hareket ettiğini ifade etmektedir.
Metinden anlaşıldığı gibi nazide elçimiz kendini bir güzel övdükten sonra faaliyet gösteren Rusya ve İngiltere’ye dikkat çekmektedir. Gerçekten de 1906 İhtilali sırasında Rusya ve İngiltere, İran’dan kendileri için yeni imtiyazlar almakta, buradaki nüfuzlarını artırmaya çalışmaktaydılar.
 
Şemseddin Bey yeni şah ile ilgili şu sözleri söylüyor;
 
“Muzafereddin Şahın vefatından sonra yerine oğlu Mehmet Ali Şah başa geçti. Onun tahta çıkmasıyla bir aralık hükümetin nüfuzunu kullanacağı ve ıslahat yapacağı ümit edilmişse de ne asker, ne de para mevcut olmadığı; ayrıca yeni Şahın azimli ve basiretli biri olmadığı görülerek ümitler boşa çıkmıştı. Ayaklanmalar, karışıklıklar içerisinde sonuçta Meclis, Kanun-ı Esasiyi yeni Şaha da kabul ve imza ettirmiştir. Bundan böyle karışıklık çıkararak isteklerini kabul ettirme eğilimi Meclis ve taraftarları için bir kukla görülmeye başlandı. Ulema ve halkın bir kısmı da bu karışık ve asayişsiz durumdan hiç memnun değildi. Durumun bir an evvel düzelmesini istiyorlardı. Asayişin sağlanamayacağından da son derece ümitsizdiler.”(4)
 
Rusya, İngiltere, Fransa ve diğer devletlerin İran’da meydana gelen değişikliklerle ilgili takip ettikleri politikalar hakkında da şu tespitlerde bulunuyor:
 
 “Takriben iki sene önce Kerbela ‘da bazı İranlılar tutuklanıp, cezalandırılmıştı. Bu durum İran ‘da son derece büyük bir infial ve heyecana neden oldu. Geçen sene vuku bulan Rusya hadisesinden dolayı Meclis ve taraftarları, gazeteler ve farklı yollarla bizim aleyhimizde ağızlarına geleni söylemişlerdi. Hatta sefareti tehdit bile etmişlerdi. Kendilerini İngiltere ve Rusya Devletleri ‘nin kucağına tamamen atmışlardı. Böylece sekiz-on seneden beri oluşturulmaya çalışılan ve neticede yavaş yavaş alınmaya başlayan iyi ilişkiler ve hasıl olan faydalar kaybedildi. Rus ve İngiliz Devletleri İran ‘da neşr ve ilan ettikleri anlaşmalar gereğince; İran ‘ın kuzey tarafı Rusya ‘nın, güney tarafı ise, İngiltere ‘nin nüfuzu altında bulunmasına karar verilmişti. Her iki devlet de nüfuzları altında bulunan bölgelerin işgaline hazır idiler. Fransa Devleti ise, adı geçen devletlerin her biriyle. beraberce bulunduğundun İran hakkında belli başlı bir politika takip etmeyerek, Rusya ve İngiltere ye yardımcı olmakta idi. Avusturya ve özellikle de Almanya ise, Rusya ve İngiltere ‘nin tek başına İran’ı benimsemelerine pek rıza göstermemektedirler. Öncelikle İran ‘ın mali idaresini, sonra siyasi durumunu bir teftiş ve müşterek bir idareye oturtulmasını tercih etmekteydiler. Diğer devletler ise, İran ‘da meydana gelen İnkılaba, menfaatlerinin az olması münasebetiyle hoşlanarak bakmaktadırlar. Rusya ve İngiltere arasında menfaatler bakımından ve amaçlarını İran ‘da kurup. geliştirmek için güç birliğine hazır ve mecbur bulunmaktadırlar. Fakat diğer devletlerden hiç biri İran için ciddi fedakarlık etmek azminde de değildir.” Büyükelçiye göre, İran kendi gücüyle de hayatını kurtarmaya pek muktedir görülmemektedir.. Yani bir süre sonra İtilaf Devletletleri nasıl Osmanlı’yı parçalamaya çalışmış ise burada da aynısını yapmaya çalışmışlardı… (4)
 

                  İran’ı Bekleyen Tehlike

 
Rusya ve İngiltere çıkarları doğrultusunda gizli bir anlaşma ile İran’ın zayıflığından faydalanarak onu parçalama anlaşması yapmışlardı.
 
Yaptıkları bu anlaşma 1907’ye kadar gizli kaldı. 31 Ağustos 1907’de ise, resmen açıkladılar. Bu anlaşmaya göre, İran iki nüfuz bölgesine ayrı ayrıldı. Güney doğu kısmı İngiltere’ye tahsis edilecektir.-Kuzey kısmı ve Azerbeycan ise, Rusya’nın nüfuzu altına verilecekti. Orta kısımda ise, yansız bir bölge bırakılmıştı. İngilizler kendilerinden o kadar emindi ki şimdiden bölge aşiretlerine para dağıtmaya başlamıştı.
 
Asıl amaçları ülkenin güneybatısında yeraltı zenginliğine sahip olan Abadan Ahvaz bölgesini ele geçirmekti. (5)
 
Shushtar%20Historical%20Hydraulic%20System-m-main İran’da Meşrutiyet Tarih
 
Görüldüğü gibi Osmanlı Sefiri Şemseddin Beyin bizce İran tarihi için son derece önemli bir dönemine ilişkin görüş, düşünce ve anektodları önemlidir. Kanun-ı Esasiyi tecrübe etmiş bir devlet olarak Osmanlı yöneticileri ve aydınları II.Meşrutiyet öncesinde İran’daki bu gelişmeleri dikkatle takip ettikleri ancak müdaheleci olmadıkları görülmektedir. Fakat İranlı aydınların belli ki Osmanlı aydınlarından ve Osmanlı Kanun-ı Esasisinden etkilendikleri son derece açıktır.
 
 
 
(1)  İRAN’DA MEŞRUTİYET HAREKETİ VE DÖNEMİN SİYASİ GELİŞMELERİ YAZAR ; KAAN DİLEK (Tahran Üniversitesi, Edebiyat ve Beşeri Bilimler Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü Doktora Öğrencisi)
 
 
(2) İRAN’DA İLK ANAYASAL HAREKET YAZAR ; Yard.Doç.DR. Selda Kılıç A.Ü.D.T.C.F.Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
 
(3) Tarih-i İnkılab-ı Meşrutiyet-i İran Yazar; Melikzade,
 
(4) Tarih-i Muvfassal Yazar; Dr.Razi,
 
(5) “Osmanlı Devleti’nin Uzak Eyaleti lrak’a Dair Bir Islahat Programı Önerisi Yazar; Selda Kılıç
 
Fotoğraf;  İran Şah’ı Muzaffereddin Şah’ın oğlu Muhammed Ali Şah.
 

Yorum gönder